Sayfa(1-16): | |||
Şu iki meyl-i şedidle yazılmıştır meydanda, milyonlarla kütüb-ü arabiy-ye, gelmiştir kütübhane-i vücûda. Onlar ile Tenzil'i düşerse bir mizanı. Muvâzene edilse, değil dânâ-i bî-müdânî, hattâ en âmî adam, göz kulak- Hem de hükmedecek: Şu bunlara benzemez, rütbesinde olamaz. Öyle Öyle ise, umumun fevkindedir, mazmunları o kadar zamanda, kapı Beşer onda tasarruf, kendine de maletmiş. Onun mazmunları ile yine Kur'ana karşı çıkmamış, hiçbir zaman çıkamaz; geçti zaman-ı imtihanı. Sâir kitablara benzemez, onlara makîs olmaz; zira yirmi sene zarfında müneccemen hâcetlere nisbeten nüzulü; müteferrik mütekatı', bir hik- Esbab-ı nüzulü muhtelif, mütebayin. Bir maddede es'ile mütekerrir, mütefâvit. Hâdisat-ı ahkâmı müteaddid, mütegayyir. Muhtelif, müte- Hâlât-ı telâkkisi: Mütenevvi', mütehâlif. Aksam-ı muhatâbı: Mütead-did, mütebâid. Gayât-ı irşâdında: Mütederric, mütefâvit. Şu esaslara Cevabî, hem hitâbî. Bununla da beraber selâset ve selâmet, tenâsüb ve Kur'anda bir hassa var; başka kelâmda yoktur. Bir kelâmı işitsen, asıl sahib-i kelâmı arkasında görürsün, ya içinde bulursun. Üslûb: Âyine-i Ey sâil-i misâlî! Sen ki îcaz istedin; ben de işaret ettim. Eğer tafsil ister- Zira o kırk envâ-ı i'câzından yalnız bir tekini ki, cezâlet-i nazmıdır; Yüz sahife tefsirim ona kâfi gelmedi. Senin gibi ruhânî ilhamları ziyâde. Kâmilîn insânların zevk-i meâlîsini hoşnud eden bir hâlet, çocukça bir Onları eğlendirmez. Bu hikmete binaen, bir zevk-i süflî, sefih, hem nefsî Avrupa'dan tereşşuh etmiş şu hâzır edebiyat romanvârî nazarla, Kur'anda olan letâif-i ulviyyet, mezaya-yı haşmeti göremez, hem Kendindeki miheki ona ayar edemez. Edebiyatta vardır üç meydan-ı Kelimenin manası için üzerini çift tıklayınız. | |||